25 Mart 2008 Salı

Küresel ısınma mı yoksa Küresel soğuma mı?

Gerek TRT ve gerekse Kanal Ege'de 2004 yılı başlarında katıldığım iklim ve üretim konulu programlarda, aynı cümleler ile; bundan sonra kurak döneme gireceğimizi, ancak bunun doğal bir kuraklık olduğunu, korkacak bir şey olmadığını ve ama suları dikkatli kullanmamız gerektiğini söyledim. İklim Bilimi; Jeolojik, Biyolojik, Kimyasal, Fiziksel Oşinografi ile Astronomi ve Meteoroloji bilimlerinden oluşan çoklu bir disiplindir. Bir ülkenin geleceğine yönelik, enerji, tarım, balıkçılık ve su politikalarının belirlenebilmesi için ana bilgileri üreten bu bilim dalı "hobi" olarak yapılamaz. İklimlerin değişim nedenleri ile insan yaşamına olan etkilerini açıklamaya yönelik olarak hazırlanan bu yazıda, konular aşağıdaki 4 ana başlık altında toplanmıştır.1-Sıcaklık, Yağış ve Üretim arasındaki ilişkiler2-Günümüzde olan iklimsel olaylar ve bilimsel (hard science) açıklamaları;3-Kuraklık mı? Populist yönetimler mi?4-Konuşmamız gerekenler (Küresel Soğumada Türkiye'nin Avantajları ve Dezavantajları)1- Sıcaklık, Yağış ve Üretim arasındaki ilişkilerAşağıda, Denizli ve Aydın illerinin 1998 ile 2006 yıllarına ait sıcaklık ve yağış grafikleri ile Ege Bölgesinin zeytin üretimini gösteren grafikler var. Bunlar dikkatlice incelendiğinde sıcaklık, yağış ve üretimin birlikte hareket ettikleri görülebilir. Söz konusu bu sıcaklık ve yağış grafikleri, her yerde, yıllar bazında bazı küçük değişikliklere karşın hep aynı salınımı verirler. Küresel olarak sıcaklık arttıkça dünyanın aldığı yağış ve tarımsal üretim de artar. Her iki ilimizin sıcaklık ortalamalarında, 2000'li yıllardan sonra ciddi bir düşüş görülüyor. Sıcaklık düşüşü ile birlikte, yağışta ve üretimde de ciddi düşüşler gözlenmesi son derece normal doğa olaylarıdır. Bunun aksi olamaz. Ve şu anda bizim yaşadığımız kuraklık ve üretim düşüklüğü de sıcaklık düşüşleri nedeniyledir. Yani sıcaktan çatlayıp patladığımız yok, tam tersi sıcaklık düşüşü nedeniyle kurak dönem yaşıyoruz. Basında sürekli olarak Hükümetler Arası İklim Komisyonunun (IPCC) hileli grafikleri ile hileli yorumları yer almakta, bu konularda eğitim almayan ve çalışma yapmayan bir takım sivil toplum örgütleri ve kişiler de söz konusu bu grafiklere ve yorumlara dayanarak insanlarımızı yanlış yönlendirilmektedir. Bu komisyonun ana hedefi gelişmekte olan ülkeler "çevre teknolojisi" satmak ve bu nedenle bir an önce KYOTO'ya imza attırmaktır. Küresel olarak sıcaklık arttıkça yağışlar artar ve yağışlar artınca da üretim artar. Bu, yaşamın en temel formülüdür ve bu üçlü hep birlikte hareket ederler.2- Günümüzde olan iklimsel olaylar ve bilimsel açıklamaları;1. Kış sıcaklıkların artması: Küresel soğumanın ön habercisidir.2. El Nino'ların olma sıklıklarının ve büyüklüklerinin artması: Küresel soğumanın ön habercisidir.3. Güneş Patlamalarında olan azalmalar: Küresel soğumanın ön habercisidir.Özetle, şu an yaşadığımız olaylar, gerçekte "soğuma döneminin" ön habercileridir. Ancak bu konuda eğitim almayan ve bu konuları basit bir atmosfer olayı olarak ele alan bazı kişiler, dünyadaki yaşamın yakın bir gelecekte sıcaklıktan dolayı sona ereceğini iddia ediyorlar. Gerçek bilimde, küresel olarak sıcaklık arttıkça, yağış ve üretim artar ve sıcaklık azaldıkça da yağış ve üretim azalır. Devlet Meteoroloji verilerine göre sıcaklıklar, 2000'li yıllara göre 1 derece daha düşmüş durumdadır ve zaten kuraklığın nedeni de bu sıcaklık düşüşüdür. Şu an tüm gelişmiş ülkeler de 2020'li yıllardan sonra, büyük olasılıkla olması beklenen, "mini soğuma dönemine" hazırlanıyorlar (derslerimde yaklaşık 8 yıldan beri anlatırım). Söz konusu "Mini Soğuma Dönemi" süresince, tıpkı 1100'lü ve 1800'li yıllarda olduğu gibi, ortalama sıcaklıkların düşmesi bekleniyor. Diğer bir deyişle yağışların azalması bekleniyor. Türkiye basınında her nedense yer bulamayan, ancak yurtdışı basınında yüzlerce olan bu hazırlık haberlerinden bazı örnekler; *Finacial Times, 17 Ocak 2003, Finlandiya, önümüzdeki soğuma döneminde hidroelektrik santralarının buz tutma riskine karşın nükleer santral yapmayı planladı.*The Observer, 22 Şubat 2004, Pentagon Bush'u, 2020'lerde buzulların İngiltere'ye kadar inebileceği ve bunun da küresel bir kuraklığa yol açacağı konusunda uyardı.*Finacial Times, 13 Kasım 2006, Hitachi and GE önümüzdeki 20 yıl içerisinde, 25 tanesi ABD'de olmak üzere, toplam 100 adet Nükleer santral yapmayı planlıyor.*Finacial Times, 10 Nisan 2007, Rusya'nın nükleer enerji şirketi Rosatom, 2030'a kadar 40 adet yeni Nükleer santral yapmayı planlıyor.*Finacial Times, 30 Nisan 2007, Teksas'ta yapımı planlanan 11 adet termik santralın (2010'a kadar bitirilmeleri hedefleniyor) 3 adete düşürülmesi için çevreciler çaba sarfediyor.*Finacial Times, 20 Mayıs 2007, İngiltere, 15 yıl içinde 8 adet nükleer santral yapmayı planlıyor.Dünyada artık yapılmayacak denilen ve Avrupa'da da 1986 sonrası hiç yapılmayan Nükleer santraller 2003 yılından sonra yeniden yapılmaya başlandı. Halen Avrupa'da (Rusya dahil) 11 adet, dünyada da 29 adet nükleer santral yapım aşamasında. Toplamda yapımı planlanan ve 20 yıl içerisinde devreye sokulması söz konusu olan nükleer santral sayısı şimdilik 150 civarında. Yalnızca ABD'de planlanan termik santral sayısının da 150 civarında olduğu düşünülürse gelişmiş ülkelerin ciddi bir enerji kaygısı içinde olduğu anlaşılabilir. Dünya neden enerji kaygısına girdi? Bunun iki nedeni vardır. Bunlardan bir tanesi petrol fiyatlarının çok artması, diğeri de 2020'li yıllarda sonra dünyanın bir "mini soğuma dönemi" yaşama olasılığının çok fazla olmasıdır. Çünkü; soğuma dönemlerinde yağışlar azalır ve hidroelektrik santraller devre dışı kalmasa da, barajlardaki sular öncelikli olarak tarıma ayrılacağı için buralardan elde edilen enerjiden vazgeçilme zorunluluğu doğar. Buna örnek olarak, 1990'lı yıllarda yağışların azalması nendi ile hidroelektrik santralarımızın devre dışı kalması nedeni ile Türkiye'nin Bulgaristan'dan elektrik ithal etmesi verilebilir. Özetle, dünyanın gelişmiş ülkeleri, önümüzdeki yıllarda beklenen mini soğuma döneminde azalacak olan yağışlar nedeniyle, hidroelektrik santrallerinin devre dışı kalmasından (kuzey ülkeleri donmasından) korktukları için, oluşabilecek enerji açıklarını bir an önce kapatmak amacıyla nükleer ve termik santrallara yönelmiş durumdalar. Ayrıca gelişmiş ülkeler "soğuma dönemi" için tarım, balıkçılık ve su gibi konularda da oldukça ciddi ar-ge çalışmaları yapmaktadırlar.4- Kuraklık mı? Populist yönetimler mi?-Türkiye'nin buğday deposu olan Konya Ovasını, buğdaydan 6 kat daha fazla su isteyen şeker pancarına açtılar. Jeolojik olarak baraj yapılamayan bu bölgemizdeki yeraltı suları bu "bilim dışı" tarım nedeni ile tehlikeli seviyelere indi. Ama biz bunu kuraklığa bağlıyoruz. Bunda iklimlerin ne suçu var? Ve şimdi buğdayı bile ithal ediyoruz. -Sel yataklarının imara açılması ya da göz yumulması nedeniyle insanlar kaybediliyor. Adı üzerinde sel yatağı, yani içinden 40-50 yılda bir su geçen yatak. Burada iklimlerin suçu nedir? -Menderes ve Gediz havzaları kirlilikten zaten üretim yapamaz hele geldi. Baraj yapımları yarım asırlarda bitiriliyor. Kontrolsuz olarak binlerce kuyu açmaya devam ediyoruz. Ve ısrarla "vahşi" sulamaya devam ediyoruz. Sonra da kuraklık var diye iklimleri suçluyoruz. Burada iklimlerin suçu nedir? -İzmir'de kişi başına günde 100 litre su verilir ama bunun yarısı kayıptır. Bu değer Türkiye'nin de ortalaması olarak da kabul edilebilir. Yani siz eğer suyun yarısını kötü şebeke sistemlerinden dolayı kaybediyorsanız, bunda iklimlerin suçu ne? -Kasım ayındaki sellere ve ölümleri doğal olaylara bağladılar, 1995 İzmir Çiğli'deki 62 kişinin ölümünü de doğaya bağladılar, şimdi topraklarımızın susuz kalmasını da doğal olaylara bağlıyorlar. Depremlerde ölenleri de"takdiri ilahi" diye geçiştirdiler. Yani Türkiye'de doğa olayları sonucu felaketlerde ve kuraklıkta hep doğa suçlandı. Örnekler o kadar çok ki…. New York, 1990 kurak döneminde su tasarrufu için rezervuarlarını küçülttü, halen birçok gelişmiş ülke vahşi sulamaya son vermiş, yerleşim yerlerinde su kayıplarını %10'lara çekmiş ve kuyularını da son derece sıkı kontrol almış durumda. Yine 1990'lı yıllardaki kurak dönemde Kanada Kuzey Atlantik'te, balık stoklarını korumak için balıkçılığı 2 yıl süre ile yasaklamıştı. Şu an tüm dünyada kuraklık var ama gelişmiş ülkelerde hiç kuraklıktan söz bile edilmiyor. Çünkü herkes suyunu son derece dikkatli kullanıyor. Özetle, Tarımda, hedef ve vizyonunuz yoksa, suyu kullanmasını da bilmiyorsanız ve %70'den fazlasını boşa akıtıyorsanız, inşaat sektörünü kontrol altına alamıyorsanız, bunda iklimin ya da doğanın suçu nedir?3- Konuşmamız gerekenler (Küresel Soğumada Türkiye'nin Avantajları ve Dezavantajları)1-Enerji: Halen enerjinin %55'ni ithal yakıtla sağlıyoruz. Toplam enerjinin %72'si fosil yakıtlardan ve %26'sı da hidroelektrikten elde ediyoruz. Mini soğuma döneminde hidroelektrik santraller yağış azlığı nedeni ile devre dışı kalabilir. Eğer Rusya ve İran, kuraklıktan çok etkilenirlerse doğalgaz akışını azaltabilirler (kesebilirler) ya da fiyatları çok yukarı çekebilirler. Bir an önce enerji konusunda ciddi planlar yapmak gerekli. Öncelikle de Batı Anadolu'daki jeotermal yatakların potansiyelleri belirlenmeli ve bunlar devreye sokulmalı.2- Tarım: Dünyada tarım potansiyeli olarak 4.büyük ülke konumundayız. Çok değerli tarım havzalarımız var. Havzalarımızda alternatifli tarım ürünü desenlerini belirleyebilirsek çok büyük tarım ihracat şansımız doğar. Ancak "kirlilik" had safhada. Örneğin bu yıl tekstilde 3 milyar dolarlık ihracat yaptığımız için seviniyoruz ama pamuğu dışarıdan ithal ediyoruz ve birçok tekstil sektörü gerekli arıtmayı yapmadığı için nehirlerimizi zehirliyoruz. Bu kez de kuyuları kullanmak zorunda kalıyoruz. Yani aslında şu an tekstilden kazanmıyoruz, kaybediyoruz. Tüm tekstil fabrikaları organize bölgelere toplanmalı ve "çalışan" arıtma tesisleri yapılmalıdır. Ancak bu arıtma tesislerinin enerji fiyatları da çok çok düşük tutulmalı. Çünkü kirlenen nehirlerin sularında tarım yapılamaz. Ege'de binlerce çiftçi ailesi kirlilikten dolayı tarım yapamaz hale gelecektir. Ayrıca, enerji fiyatlarının azaltılması, gerektiğinde sübvanse edilmesi, sanayicinin uluslar arası rekabete girebilmesini sağlanması açısından çok önemlidir. Özetle, "mini soğuma dönemi" ülkemiz tarımı için çok avantajlı bir dönem olacaktır. Ancak havzalarımızı temiz tutabilirsek ve alternatifli tarım yapabilirsek. Bir de hibrit tohumlara dikkat etmemiz gerek.3- Kültür Balıkçılığı: Soğuma döneminde oluşacak protein açığının bir kısmı kültür balıkçılığı ile kapatılacaktır. Bu dönemde özellikle kuzey ülkelerinin kültür balıkçılığı sekteye uğrayacaktır. Bu nedenle denizlerimizde ve özellikle Ege Denizi'nde mümkün olduğunca potansiyel balıkçılık alanları belirlenmelidir. Çok büyük ihracat şansımız var. Bu alandaki kavgalar bir an önce sonlandırılmalı ve denizlerimizde oşinografik çalışmalar hemen başlatılarak potansiyel alanlar belirlenmelidir. Çevre Bakanlığı'nın 24 Ocak'ta çıkardığı "tuhaf" kanun da bir an önce revize edilmelidir.4- Su: Mümkün olduğunca çok baraj yapmamız gerek. Ve öncelikle "su fakiri" sınırındaki ülkemizin "vahşi sulama" problemini çözmeliyiz. Ama öncelikle kuyuları kesinlikle devlet kontrolu altına almalıyız. Şehir şebekeleri bir an önce iyileştirilmeli ve kayıplar %10'lara çekilmelidir. Ayrıca, Fırat ve Dicle gibi sınıraşan nehirlerin durumları da netlik kazandırılmalıdır. Şu anda Türkiye'nin geleceği için konuşulması gereken maddeler, yukarıda belirtilen 4 ana maddedir. Bunun için küresel ısınmanın ya da soğumanın olması hiç de önemli değildir.5- SonuçAfrikalı bir liderin "Afrika'nın neden bir sömürge kıtası haline geldiği" sorusuna verdiği "Beyazlar Afrika'ya geldiğinde ellerinde İncil vardı bizde toprak, şimdi bizde İncil var onlarda toprak" cevabı, Atatürk'ün "İlim tercüme ile değil tetkikle yapılır" sözü ile ne demek istediğini belirten bir cümle olması açısından çok önemlidir. Atatürk, Türk Akademisyenlere bu cümlesi ile, "devlete tercüme ederek ile bilgi vermeyin, kendiniz tetkik ederek bilgi verin, eğer tercüme ile bilgi verirseniz başkalarının isteklerini yapmış oluruz" mesajını vermiştir. Ve Atatürk 1932 yılında bu sözü söyledikten sonra 1933 yılında Üniversite reformuna gitmiştir. Şu an Türkiye'de yaşadığımız "insan kaynaklı küresel ısınma" kaosu da "tercüme" biliminin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu iddialar, Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) olarak bilinen bir "Komisyonun" ticaretlerini geliştirmek için ortaya attığı bir iddiadır. Ancak şekillerden de görüleceği gibi, arttığı söylenen ortalama sıcaklıklar gerçekte düşmüş durumdadır. Ancak bazı akademisyenlerimiz ve STK'larımız hala Atatürk'ün 1932 yılında söylediği sözün içeriğini anlamadıkları için, hiç tetkik yapmadıkları ve eğitim almadıkları konularda, tercüme bilimi yaparak ülke geleceğini, farkında olmadan tehlikeye atıyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder